11 Mart 2008 Salı

Mary Stephen: Kurgu politik bir eylemdir



Hüseyin Karabey'in ilk uzun metrajlı filmi "Gitmek"in kurgusunu ünlü Fransız yönetmen Eric Rohmer'in 20 yıllık kurgucusu Mary Stephen yaptı. Kurguyu politik bir eylem olarak değerlendiren Stephen "Çünkü" diyor "Bir şeyleri keserek kendi doğrularını göstermek manipülasyondur".


Müjde Arslan
Sessiz Ölüm, Boran gibi insan haklarını konu alan filmlerin ödüllü yönetmeni Hüseyin Karabey'in "Gitmek" adlı ilk uzun metraj filmi aşkı uğruna her türlü tehlikeyi göze alarak zorlu bir coğrafyada yola çıkan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Filmin kurgusunu ünlü Fransız yönetmen Eric Rohmer'in 20 yıllık kurgucusu, aynı zamanda "La Femis Film Okulu"nda kurgu dersleri veren Mary Stephen yapıyor. Hong Kong doğumlu Stephen, ailesiyle Kanada'ya göç etmiş. Bugün yaşamını üniversite eğitimi için gittiği Paris'te sürdürüyor. Stephen'la sanata yaklaşımı, kurgunun vardığı son süreç, çalıştığı yönetmenler ve "Gitmek" filmini konuştuk.
- Hong Kong Sineması, Hollywood'a daha yakın duruyor. Oysaki tercihinizi sanat sinemasından yana kullandınız. Bu tercih nasıl gelişti?
Hong Kong'dan ayrıldığımda henüz 15 yaşındaydım. Bu ayrılıktan önce öğrenci dergilerinde Yeni Dalga ile ilgili yazılar yazıyordum. Aynı zamanda sinema kulüplerine gitmeye başlamıştım. Fransız sinemasını, Yeni Dalga ve İtalyan Sineması'nı tanıdığımda sanat sinemasını keşfettim. Bu tarz sinemaları ana akım sinemadan daha çok sevdiğimi keşfettim.
- Yaşamınızda üç şehir, üç dil, üç ülke var. Bu yolculuk sanatınıza nasıl yansıyor?
Avrupa sanat sinemasını keşfim Hong Kong'da başladı. Bu çok önemli, çünkü Hong Kong'da 1960'lar çok verimli, yaratıcı bir dönemdi, dinamikti. Hepimiz öğrenci gazetelerinde yazıyor ve protestolara katılıyorduk. Benim yapımın oluşmasında bunların çok önemli yeri var. Daha sonra Kanada'ya gittim, burada sadece Amerikan bağımsız sinemasını değil, Amerikan ve Kanada deneysel sinemasını da keşfetme şansım oldu. Şimdi geriye dönüp baktığımda beni etkileyen akımların bu gençlik yıllarımda ilgilendiğim deneysel sinema, Cinema Variete gibi akımlar olduğunu görüyorum. Lars Von Trier ya da çalıştığım Hüseyin Karabey gibi sinemacıları seçmemin sebebi hep bahsettiğim gençlik dönemimdeki tercihlerdir. Aslında her şey bir anlamda geri geliyor.
- Hollywood'un yarattığı manipülasyonda kurguya düşen pay ve bu hassas dengede kurgunun önemi üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Kurgu politik bir eylem, çünkü bir şeyleri keserek doğruları ya da kendi doğrularını göstermek bir manipülasyondur. Ne olursa olsun ister belgesel, ister kurmaca, seyirciyi manipüle eder. Sinemanın bütünü sübjektiftir ve objektif görüş diye bir şey yoktur. Kurgu çok önemli bir aşama, ama iyi bir film yapmak için iyi bir ekip gerekir. Eğer kurgu öncesi süreç iyi geçerse, iyi bir film yaratılabilir. Editör ne kadar iyi olursa olsun, eğer ortada iyi bir malzeme yoksa editörün de yapacağı pek bir şey yoktur.
- Kurgu yaparken ne hissettiğinizi tarif edebilir misiniz?
Daima mutluluk. Aslında kurgu yapmak sekreterlikten farklı değil, dosyaları düzenlemek, bilgileri organize etmek gibi. Eğer iyi bir sekreter değilsen, iyi bir editör olamazsın. Daha sonra görsel sezgi ve diğer sanatsal olasılıklar eklenir. Sinema, sanatlar içerisinde en inanılmaz olanı; çünkü bütün sanatların birleşimi. İnsanı daima mutlu kılıyor. Bütün birikimini güzel bir şey yaratmak için kullanabiliyorsun.
- Hüseyin Karabey'in filminin kurgusunu yapmaya nasıl karar verdiniz?
Kanadalı yapımcı arkadaşım Hary Sutherland Rotterdam Film Festivali'nden döndüğünde genç bir yönetmenden söz etti ve onun filminin kurgusunu yapmam gerektiğini söyledi. Bu öneriyi hemen reddetmedim. Hüseyin'le tanışmak istedim, o da Paris'e geldi, filmini anlattı. Bir süre haber alamadım, daha sonra fark ettim ki Hüseyin filme başlamış ve bitirmiş. Bana kurgu konusunda danışmanlık yapabilir miyim, diye sordu. Bu yılın ocak ayında geldim ve Hüseyin'le beraber çektiklerini seyrettik. Elindeki malzeme Hüseyin'in bana daha önce anlattığından çok daha zengindi. Bu buluşmadan sonra Kanadalı arkadaşımın Hüseyin konusunda söylediklerine hak verdim. Böylece filmde çalışmaya karar verdim.
- Eric Rohmer'le çalışıyorsunuz uzun süredir, Hüseyin Karabey'le tarzları çok farklı. İkisini kıyaslar mısınız?
Rohmer'de küçük bütçeli ve belgesel tekniğini kullanarak çektiği filmler vardır, genelde bütün bir filmini önceden en ince ayrıntısına kadar yapılandırır ve çekimlerde bu plandan ödün vermez. Hikâye yapısında belgesel özellikleri korumaya özen gösterir. Hüseyin'in filmleri kurmaca hikâyeler, fakat çekimler belgesel tarzında. Sinema iyi yapılanmalıdır. İkisinin de filmleri belgesel elementleri taşıması açısından çok farklı değiller. Hüseyin'in sineması da aynı şekilde iyi düşünülmüş, sağlam bir hikâye ile yola çıkıyor, ama çekim sırasında karşılaştığı hikâyeleri ya da durumları filmin yapısına ekleyebiliyor. Çalışma şekli konusuna gelince, Eric kadar keyifli.
- Uzun zaman çalışmayı düşünür müsünüz?
Hüseyin'le çalışabilirim, ona bağlı. Onunla çalışmaktan hep memnun olurum.
- 20 yıldır aynı yönetmenle çalışmak nasıl bir deneyim?
Hâlâ devam ediyoruz, daha yeni bir film bitirdik. Eric ile konuşmak gerekmiyor. Çalışacağı grubu çabuk seçer, uzun zaman kendisiyle çalışmayan kişilerle çalışamayacağını söyler. Aynı zamanda genç insanlarla çalışmayı da çok sever. Gençlerden ekip oluşturur. Bu şekliyle bir aileyiz. Gerçekten de aile ilişkisi var, film çekimi ve kurgusu dışında da birbirimizi görür, birbirimiz için bir şeyler yaparız. Çalışma zamanları da benim için bir mutluluk. Kurgu odasına onunla gittiğim zaman bir huzur hissederim.
- "Gitmek" filminin hikâyesini nasıl buldunuz?
Sınırları aşan, kültürel farklılıkları gösteren bir kadın hikâyesi. Bir kadının kararlılığını, motivasyonunu, sevgi aracılığıyla neredeyse imkânsızı başarmasını anlatan evrensel bir hikâye.
- Senaryoyu daha önce okumuş muydunuz?
Senaryo verilmişti, hikâye hakkında biraz bilgim vardı. Sahnelerin birazını, birkaç da karakterle çekilmiş sahne gördüm. Benim görevim film için doğru olan duyguyu, ritmi ve tempoyu bulmak, bazı duyguları, özellikle Ayça'nın duygularını iletebilmek. Bu, özellikle benim açımdan çok ilginç, çünkü bir kadın kurgucu olarak kadın karakterin duygularını açığa çıkarmaya çalışmak çok keyifliydi. Belki erkek bir editör olsaydı benden çok farklı bir yere varabilirdi.
- Küreselleşmeyle birlikte sinemada çokuluslu yapımlar öne çıkıyor. "Gitmek" de çokuluslu bir yapım. Küreselleşmenin sinema üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Küresel sinema fikrine katılmıyorum. Sinema kendi kültürel değerinin üzerinde yükselmelidir. Ekipte birçok yabancı olabilir ama yönetmenin ve hikâyenin nasıl bir kültürün kaynağından beslendiği önemlidir. Çok uluslu bir ekibin yaratıcı sürece müdahalesi olursa film karman çorman, tadı tuzu olmayan bir salataya döner, bu birliktelikten ilginç bir film çıkmaz. Yabancı ekip ne zaman geldiği yeni yerin kültürünü anlamaya ve ona adapte olmaya çalışır, o zaman kendisiyle gelen kültürel farklılığı projeye yansıtma şansı olur. l

Hiç yorum yok: