17 Haziran 2012 Pazar

İki Yönetmen ve Sinemada Kesişen Akslar*

MİZGÎN MÜJDE ASLAN

Pek çok şey kitaplardan, okuldan, gezilen yerlerden, tanışılan insanlardan öğrenilebilir ama hiç öğrenilmeyen duygular vardır; sevgi, nefret, öfke, yalnızlık ve yaşamımızda hiç doldurulamayan boşluklar, acılar gibi... Eva anne sevgisinin nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecek, Charlotte annelik duygusunu hiçbir zaman tadamayacak. Eva'nın kocası Viktor, Charlotte'a kızı Eva'yı anlattığında, bir başkasını sevme kapasitesinin olmadığını söyler; hiç öğretilememiş, hiç yaşanmamış bir boşluğa işaret eder, sevgisizliğe… Bergman'ın Güz Sonatı (Höstsonaten, 1978) filmi bu kavramlar üzerine şekillenmiştir.


Sevgi ile nefret arasındaki ince çizgiyi anlatan en başarılı filmlerden birisidir Bergman'ın Güz Sonatı. Pek çok filmin ve pek çok yönetmenin esin kaynağı olmuştur. Bergman'ın suçluluk duyan, vicdan azabı çeken, kötü ile iyinin sınırında dolaşan karakterlerine alışkınız. Benzer yüzleşme ve sorgulamaları ele alan Türkiye sinemasındaki karşılığı Yeşim Ustaoğlu'dur. Güz Sonatı bu iki farklı zamanın yönetmenlerini birbiriyle değerlendirmek açısından çok elverişlidir. İki yönetmen de sessiz bir limanın ardındaki fırtınayı, ilişkilerdeki patlamaları, hayatın dökülen karakterleri ele almayı, sarsılmayı, çatışmaları sever. Bergman'ın daha yaşlı olduğunu varsayarsak, Yeşim Ustaoğlu'nun Bergman'dan çokça etkilendiğini söylemek yanlış olmaz. Ustaoğlu, sinemanın henüz sadece bir düş olduğu zamanlarda İFSAK'ta Bergman filmlerini izlediklerini ve bu yönetmenin anlatı gücünden etkilendiğini her defasında yineler. Ustaoğlu ve Bergman sinemasındaki ortaklıklar ele aldıkları konu, kavram ve anlatıda ortaya çıkmaktadır. Anne-Kız Kombinasyonu Ingrid Bergman'ın ilk kez Ingmar Bergman'ın bir filminde rol almasını sağlayan Güz Sonatı bir anne-kız çatışmasını anlatır. Güz Sonatı um hikâyesi, piyanoyu, kariyerini biraz narsistçe tüm hayatının merkezine koyan Chorlette'un, tüm arzu ve inançlarını annesine feda etmiş kızı Eva'yla (Liv Ullmann) yüzleşmesi üzerine kuruludur. Charlotte takıntılı, histerik, tutkulu, başarılı, güçlü ve yalnız, sırt ağrısı çeken, başarılı bir piyanisttir. Kızı Eva ise fedakâr, sade, sinik, dindar ve tutkusuzdur.
Filmin başında Eva annesini evlerine davet eden bir mektup yazmaktadır. Eva'nın hikâyesini kocası Viktor'dan dinleriz, ne iş yaptığını, nasıl evlendiklerini, nasıl birisi olduğunu... İyi bir oyuncu yürüyüşünden bellidir: Liv Ullmann da Eva karakterine bürünürken, önce Eva'nın yürüyüşüyle tanıştırıyor bizi; bakışları, gülüşü, ağlarken bir çocuk gibi haykırışıyla Liv Ullmann, örnek bir oyunculuk performansıyla akıllarda yer edinir.

Filmin iki dış sahnesinden birini Charlotte'un arabayla eve gelişi oluşturur. Eva pencereden annesinin gelişini görür. Anne gelir gelmez yürüyüşe çıkmaktan söz eder; Eva ise evde kalmak ister. Charlotte dışarıyı temsil eder Eva için. Evi terk etmiş, dışarıda, ev ve ailesi dışında bir hayat sürmektedir. Eva ise evin içinde hâlâ onu bekleyen kız çocuğudur. Anne korkuyu, terk edilmeyi öğretir Eva'ya. Eva da evin içinde kırılgan, yalnız, sevgisiz ama korunaklı bir hayat kurar kendine. Bu diyaloglar filmin henüz başında bunlara dair pek çok fikir verir. Filmin ilk sekansında Charlotte ölen müzisyen sevgilisi Leonardo'nun ölümünü gözleri yaşararak anlatır, sonra da bu acıyı birkaç saniye içinde dağıtıp sözü Zürih'ten aldığı montuna getirir. Eva'nın gözyaşlarıyla karşılaştığında ise ilk kez onu sorar; iyi midir? Charlotte'un özürlü kızı Helena'nın da iki yıldır Eva'nın yanında olduğunu öğrenir; Charlotte'un yediği ilk darbe bu olur.
Helena, Eva ve Charlotte'un bir araya geldikleri sahne, filmdeki pek çok sahne gibi vicdan meselesi üzerine düşündürür; yalancı bir mutluluk, içten olmayan birjevgi gösterisi, gerisindeki nefreti saklamaya çalışır. Charlotte saatini yatalak Helena'nm koluna takar. Sonraki monologlarda Charlotte odasında suçluluk bilincini kelimelere döker; ziyaretini kısa kesip Afrika'ya gitmenin daha iyi bir plan olduğunu dillendirir. Eva sessiz sakin haliyle ve hayatındaki gerçeklerle onu yüzleştirerek çökerttikçe, Charlotte ayakta olduğunu göstermek ister ve yemeğe kırmızı, gösterişli bir elbiseyle iner. Eva Chopin'in preludelermi çalışmaktadır. Bir ay önce bir konser vermiş ve izleyicilerle söyleşmiştir; annesi bu söz üzerine New York'ta 3000 öğrencinin katıldığı söyleşilerinden söz eder. Annesi her defasında büyüklüğünü ve görkemini sunar; böylece imgesinin yeniden yaratılmasını sağlamak ister. Eva'nın çalışını beğendiğini söylese de, piyanonun başına oturup prelude'leıi yeniden çalararak, bir ders verir: Chopin'in şarkının bu bölümünde acıyı çektiğini, göstermediğini ancak göstermese de acının aynı acı olduğunu söyler ve ona "sakin, anlaşılır ve sert" olmasını öğütler. Tarif ettiği kendisidir. Eva'nın hiçbir zaman olamayacağı kişidir bir bakıma. Charlotte çalmaya devam eder; annesinin gözü piyanodayken Eva hayranlıkla onun yüzünü izlemektedir.

Filmde piyano etrafında dönen kilit bir sahne daha vardır. Henüz küçük bir kız çocuğu olan Eva, annesinin piyano çaldığı odanın kapısı önünde durmuş ara vermesini beklemektedir. Piyanonun sesi kesilince içinde kahve olan tepsi ile içeri girer. Annesinin ayaklarının dibinde oturup onu izler, annesi dokunamayacağı kadar "kutsal" ve "uzak"tır. Annesi yüzüne bakmadan gazeteyi eline alır, sonra üzerinden hiç ayırmadığı bakışlarından rahatsız olup yalnız kalmak istediğini söyler ona. Küçük kız kapıyı özenle kapar ve orada öylece kalır. Bu flashback, hem filmde hem Eva'nın yaşamında iz bırakan en önemli anlardan birini oluşturur.
Kâbusla uyanan Charlotte ile Eva bir ömürlük kirli birikintilerin ortaya saçıldığı zor bir gece yaşar. Diyaloglardan Eva'nın 19 yaşındayken hamile kaldığını ve annesinin isteği üzerine kürtaj olduğunu öğreniriz; sonradan doğan oğlu Erik de dört yaşındayken ölmüştür. Erik'in doğumunda Charlotte, pek çok kere aranmasına rağmen Mozart'ın sonatlarını kaydettiklerinden ziyarete gitmemiştir ve ne doğumunda ne de ölümünde Eva'nın yanındadır. Helena'nm felç geçirmesinde de yine onun payı vardır. Charlotte'un "Benden nefret ediyorsun" demesi üzerine Eva duygu patlaması yaşar ve o güne dek göstermediği tüm nefretini kusar. "Kendi içine kapanıp her zaman kendi ışığında yaşıyorsun" diyerek suçladığı annesine, "Bir anne ve kızı: Ne kötü bir kombinasyon" der. Diyaloglar süresince anne kızına, kız annesine dönüşür bazen.
Ölümcül İlişkiler

İnsan ilişkileri dünyayı yönetir. Bergman bu filmde bütün bir hayatı şekillendiren anne-kız ilişkisine odaklanır. Beklediği annesi hiç gelmeyen bir kız çocuğunun yetişkin yaşlarında nasıl sevgisiz acımasız olduğunu sakin sessiz gösterir. Uzunluğuna ve çok fazla diyalog içermemesine rağmen duru bir film ortaya çıkarması yönetmenin becerisidir. Filmde Eva hem iyiliğin hem kötülüğün sembolü olarak karşımıza çıkar. Annesine sevgi-nefret karışımı bir duyguyla yaklaşırken, onu acıtmak, incitmek ister. Kızının öfkesiyle karşılaşan anne hep yaptığı şeyi yapar; kaçar. Filmin son sahnesi Charlotte'un tren yolculuğuyla son bulur; ev görünümünde bir kompartımanda, yolculuk halindedir. Her yolculuk bir kaçıştır... Eva'yı ilk kez dışarıda görürüz, filmin de ikinci dış çekimidir bu. Filmdeki yüzleşme anne ile kızın barışmasına yol açmasa da, kızın kendi içinde barışmasına yol açar. Filmin son sahnesinde annesine göndermek üzere yazdığı ve yine Viktor'dan dinlediğimiz mektupta Eva, birbirini affetmekten söz eder.

Matem, Kayıp ve Yol
Karşılaşmalar, patlayış anı ve sonrasında yaşanan yüzleşmeler, duyguların çözülüşü, insanın ilkel benliğinin ortaya çıkışı Bergman'ın Güz Sonatı filminin de, Yeşim Ustaoğlu sinemasının da dinamiklerinden biridir. Güz Sonatı'ndaki yüzleşme ve sorgulamanın bir benzerini Pandora'nın Kutusu filmindeki anne, çocukları ve torunu arasındaki ilişkide görebiliriz. Hem Bergman hem Ustaoğlu karakter esaslı filmler yapmaktadır. Karakterlerin gelişimi ve oyuncu performansına dayanan bu filmler, etkin seyirciye hitap eder. Çatışmalar ya da çarpışmalar, karakterlerin çözülmesini ve olayların gelişimini sağlar. Güz Sonatı filminde annenin dönüşü; Pandora'nın Kutusu filminde annenin kayboluşu, Güneşe Yolculuk'ta Mehmet ile Berzan'ın kesişmesi, Bulutları Beklerken de Eleni'nin ablası Selma'nın ölümü, Tanasis'in doğduğu topraklara dönmesi hikâyenin dramatik dengesini bozar, karakterlerin değişimine ve olası "yüzleşme, yolculuk/geçiş'lere olanak sağlar.

Filmdeki ortak bir diğer duygu matemdir. Güneşe Yolculuk'ta. Mehmet Berzan'ın, yakılan köyünün, öldürülen babasının; Bulutları Beklerken de Eleni 50 yıl aradan sonra ölen ablasıyla beraber tüm ailesinin matemini yaşar; Pandora'nın Kutusundaki karakterler çok önceden giden babanın kayıp haliyle yaşamaktadır. Güz Sonatında terk eden annenin yokluğunun matemi vardır; buna kürtaj edilen bebek ve 4 yaşında ölen küçük Erik'in acısı dahil olmuştur. Eva ayrıca "ölmeyi isteyen" çocukluğunun da matemini yaşamaktadır. Charlotte yıllar sonra geri dönüp histerik bir neşeyle gevezelik etse de, bu yoklukları ve yoklukların bıraktığı acıyı kapatamaz.

Ingmar Bergman gibi Yeşim Ustaoğlu da filmlerinde yolculuk ve geçişleri ele alır. Bu her zaman fiziksel olarak sizi bir yere götüren bir yolculuk değildir; izleyici olarak sizi başladığınız bir noktadan bir diğer noktaya taşıyan zihinsel bir yolculuktur. Öylesine etkileyicidir ki, başladığınız yere dönemezsiniz. Bergman iç mekânlarda daha çok insan psikolojisine dönük filmler çeker. Yeşim Ustaoğlu filmlerinde fiziksel olarak yolculuklar gözükse de yine de içseldir.

Bergman anılarında, "Sinema yönetmenlerinin en büyüğüdür" dediği Tarkovski'nin girdiği kapıları, kendisinin hayatı boyunca yumrukladığını yazar. Sonraki kuşak sinemacılar da bugün Bergman'ın açtığı kapıları yumruklamaktadır, ancak birkaçı süzülerek içeri girebilmiştir, bunlardan biri de Yeşim Ustaoğlu'dur.  

* Bu yazı İstanbul Film Festivali'nin hazırladığı 30. Yıl kitabı için kaleme alınmış ve 2010 Nisan ayında çıkan kitapta yayınlanmıştır.

7 Haziran 2012 Perşembe

Yeni projemiz Büst'ün websitesi açıldı

İstanbul Film Festivali bünyesinde gerçekleştirilen Köprüde Buluşmalar'a seçilen ve orada Jüri Özel Ödülü kazanan Büst adlı projemizin websitesi açıldı. www.bustfilm.com adresinden filmle ilgili gelişmeleri takip edebilirsiniz. Büst, Mardin'de bir yatılı okulda Atatürk büstünü kazayla kıran 12 yaşlarındaki çocukların trajikomik hikayesini anlatıyor.

6 Nisan 2012 Cuma

Derleme haberler...

Steve McQueen'in Utanç filmi üzerine yazım Yeni Film dergisinin son sayısında yayınlandı.

Mesele dergisinin Nisan sayısında Berat Günçıkan imzalı geniş bir röportajımız yer alıyor. Berat çok iyi sorular sorarak, hiç düşünmediğim konuları hatırlamamı sağladı.

Yarın imc TV'nin Öteki Sinema programında Ben Uçtum Sen Kaldın üzerine röportajım yayınlanacak. 7 Nisan Cuma, 17.15'te.

Ben Uçtum Sen Kaldın filminin websitesi yayına başladı. ezfiriyam.com, benuctumsenkaldin.com, iflewyoustayed.com