17 Şubat 2010 Çarşamba

MÜJDE ARSLAN'LA BİANET'TEN BAWER ÇAKIR'IN SÖYLEŞİSİ

BİA Haber Merkezi
25/10/2009

PKK ilk silahlı eyleme başladığında üç yaşındaydınız? Okul yıllarınız boyunca Türkiye'de savaş vardı. mezun oldunuz, gazetecilik yaptınız, ardından sinema geldi. Siz üretirken bu ülkede faili meçhuller, gözaltında kayıplar, her gün kalkan cenazeler yaşandı. Bu savaş yılları Müjde Arslan'ı nasıl etkiledi? Kişisel hikayenizin neresinde duruyor?

Ben doğduğumda babam adımı Mizgin (Müjde) koymuş; bu aslında o dönemin coşkusunu, hayallerini temsil ediyor; benim yaşımda birçok Kürt gencinin adının Bawer (İnanç), Özgür, Özlem olması tesadüf değil. Babam ben henüz iki aylıkken Suriye'ye geçerek, gerillalara katıldı, onu bir daha da hiç görmedim, bana sadece adımı verdi; 1997 yılında üniversiteye başladığım yıl 'şehit' düştüğü haberini aldık; ona dair çok az şey biliyorum; nenem ve dedem büyüttü, hayatta kalmamı sağladılar; köyde yaşıyorduk ve jandarmalar sürekli köyü basıyordu; kendimizi gizlemeyi tembihledi dedem bize. Nüfus cüzdanımın çıkarılmasıyla adım Müjde oldu; Müjde'yle hiç barışmadım, hep başkasının adını söyler gibi söyledim, hiçbir zaman içselleştirmedim; sanıyorum benim kişisel tarihim, Kürtlerin tarihiyle özdeşlikler taşıyor; babamdan bir kaset gelmişti; o zamanlar iletişim için tek yol buydu; o kasette bana 'bunu yaşayan tek çocuk olmadığımı' ve bunu cesaretle taşımam gerektiğini söylüyordu, gerçekten çok daha acısını yaşayan binlerce annesiz babasız Kürt çocuğuna büyüdükçe şahit oldum.
Şimdi kendi kişisel hikayemden yola çıkarak geride kalan çocukların hikayesini anlatacağım bir senaryo yazıyorum; film dört yerde geçecek: Mardin, Mahmur Kampı, İstanbul ve Erivan.
Aslında tam da savaşla doğduk büyüdük; aile kavramını hiç bilmedik; sayısız aile parçalandı bu sebepten ve cesur olmaktan başka hiçbir şansımız yoktu. Yine de yaşadığımız travmalardan en az hasarla çıkmaya, akıl sağlığımızı korumaya çalışıyoruz. Bugün yeni bir süreç ve bir ütopyaya benzer sahneler yaşanıyor; ben hala çok temkinli ve endişeliyim, henüz tüm bunlardan bir mutluluk yaşamak için erken olduğunu düşünüyorum, zira bilinçlerimiz hala yaralı ve hala binlerce kişi cezaevlerinde ve köylerinden kopmuş, dağılmış aileler, kimsesiz kalmış, Diyarbakır'da hırsızlık yaparak, selpak satarak hayatta kalmaya çalışan binlerce çocuk var.

Yazan ve çeken bir insansınız. Tüm bu yaşananların ürettiklerinize etkileri neler oldu?

Bunlar önce susmama yol açtı; çocukluğum boyunca neredeyse hiç konuşmadım, çabucak büyümek istiyordum; sonra elime bir araç aldım, önce kalem, fotoğraf makinesi, şimdi kamera; hepsi aynı amaca aracılık ediyor; şimdi anlatmak istediğim, kızdığım, öfkelendiğim, haksızlık olarak gördüğüm her şeyi anlatmaya çalışıyorum, bunlar elbette ki Kürt kimliğiyle ezilmekle ilgili öfkeler, kadın olmakla ilgili kendi toplumuma duyduğum öfkeler, doğduğum zamanın karmaşasına duyduğum öfkeler, ülkeme ve dünyada değiştirmek istediklerimle ilgili hikayeler. Sinema, en etkili ve bir o kadar zor olanı sanatlar arasında; zaman zaman yaşadıklarım beni yorgun düşürdüğünde, geçmişim bir rüya olup karşıma çıkıyor...

Bütün bunları düşününce Barış Grubu'nun Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

O anları izlemek Türkiye'de bunun için mücadele eden herkes için bir düş olmalı. Türkler büyük zorluklar yaşadılar bu süreçte; ama Kürtler bunun daha ağırını yaşadılar. Yeni bir dönem başlıyor yalnız bu dönemin de kendi içinde çok riskli tarafları var. 30 yılda bu yıkım yaşanmışsa bence toparlanması da bir o kadar yılı kapsamayacaktır. Burada sinemacılara, gazetecilere, aydınlara çok iş düşmektedir.

Sizin birçok yaşıtınız savaşa asker ya da gerilla olarak katıldı. Bazıları hayatını kaybetti. Şimdi bu ihtimalin de ortadan kalkma ihtimali gündemde. Neler söyleyebilirsiniz?

Gençlerin ölümünü çok küçük yaşta gördük. Gerilla demek, ölmek demekti; ve insanlar bunu, ölümü göze alarak gittiler; askere gitmek de aynı anlamdaydı; ailemin yarısı askere diğer yarısı gerillaya gitti. Kürt gençleri bu sürede askerlik yapmadılar mı yaptılar, kim kiminle karşı karşıya? Ölen kim, öldüren kim? Kürt ve Türklerin birbirinden ayrılamaz bir tarihleri var; herkes akraba bir kere. Bu yüzden birlikte yaşamak ve belki de dünya halkları için, yoksul insanlar için birlikte mücadele edilmeli: mücadele bir yaşam biçimidir, Kürtlerin hakları ya da Kürt-Türk çatışmasının bitmesiyle sınırlı değildir.
Bu kadar acının ardından barış hakkında konuşmaya başlamamıza dair düşünceleriniz neler?
Biraz burukluk yarattı bende; duygusal bir an; zira tüm yaşananları göz önüne aldığınızda 'bu daha önce neden olmadı' diye düşünüyorsunuz; buna kişisel olarak yaşadıklarımı değil, çok daha acısını yaşadığını bildiğim, okuduğum, birebir şahit olduğum tüm insanlar için söylüyorum, Türkiye'de yaşayan tüm halklar için; çünkü bu savaş Kürt ve Türk'ün savaşı değildi, tüm halklar bundan etkilendiler; yoksul düştüler, yaşamlarını kaybettiler.

Bu süreç Kürt dilini, sanatını, edebiyatını, sinemasını nasıl etkileyecek sizce?

Olumlu açıdan etkileyeceğini şimdiden bile kestirebiliriz; zira Kürt dili üzerine yazılar yazılmaya başlandı; ne kadar köklü ve zengin olduğu konuşuluyor. Kürtçe sinema ülkenin en büyük festivalinde gösterildi; ben üç yıl önce ilk kısa filmimi yaptığımda diyalogsuzdu, hangi dilde konuşacaklarını bilmiyordum; sonraki filmimden itibaren bu hiç tereddütsüz Kürtçe oldu ama bu filmi nerede gösterecektik. Belki bugün yapılan o Kürtçe filmlerin gösterilme olanakları yaratılmış olur; bu da daha çok Kürtçe filmin çekilmesine dönüşecektir. Kürt sanatı ve Kürtler bu ülkeye çok şey katacaklardır, buna inanıyorum.

Müjde Arslan kimdir?
Gazeteci ve yönetmen Müjde Arslan 1981'de Mardin'de doğdu. Öğrencilik yıllarında Dicle Haber Ajansı'nın (DİHA) Diyarbakır şubesinde gazeteciliğe başladı. Ardından kültür ve sanat muhabiri olarak ajansın İstanbul şubesine geçti.
Gündem Gazetesi'ne geçene dek DİHA'da muhabirlik ve editörlük görevini yürüttü. Gündem'de sinema yazıları yazdı, kültür-sanat editörlüğü yaptı.
Aralarında Virgül, Varlık, Edebiyat Eleştiri, Cumhuriyet Pazar ve Mesele'nin de bulunduğu çok sayıda yayında sinema ve edebiyat yazıları yayımlandı.
"Son Oyun" adlı bir kısa film çeken Arslan, yurtiçinde ve dışında çeşitli ödüller aldı. Daha sonra "Nora" adlı bir kısa film ve Londra'da yaşayan Türkiyeli yaşlıların yaşamlarını anlattığı "İkinci Adres" adlı belgeseli yönetti.
Dicle Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde başladığı eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde devam ediyor.
"Rejisör: Atıf Yılmaz" adlı bir derleme kitabı bulunan Arslan'ın 2009 yapımı "Kirasê Mirinê: Hevîtî" (Ölüm Elbisesi: Kumalık) isimli filmi 28. İstanbul Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde prömiyer yaptı.
Sinema çalışmalarına devam eden Arslan, son olarak alanında ilk olan "Kürt Sineması: Yurtsuzluk, Sınır ve Ölüm" (Agora Kitaplığı) adlı bir kitap yayımladı.(BÇ)

3 yorum:

Murat BAY dedi ki...

merhaba,çalışmalarınız için tebrik ederim sizi.kirasé miriné;hewiti,filminin afişinde poligami yazılmış.o polygyny(polijini)olmalı.yoksa anlatmak istediğiniz anlamı katmaz.zira erkek egemen toplumlarda güç göstergesi erkegin birden fazla kadınla beraber olmasıdır polijini..

mujde dedi ki...

Polygamy ingilizce çok eşli demek, kumalık ingilizce ancak bu şekilde çevrilebildi tam karşılamıyor ancak elden başka bir şey gelmiyordu, filmin adı daha çok 'a fatal dress' (ölüm elbisesi)olarak geçiyor...

Veysi Arslan dedi ki...

Ölüm elbisesi kumalık adlı belgesel şimdiye kadar izlediklerimden çok farklıydı ve belki de en iyisiydi. Senaryosu, kurgusu, müzikleri vs.. her şeyiyle. İlk fırsatta arşivime ekleyeceğim. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık..