21 Ocak 2008 Pazartesi

ZAMANI MÜHÜRLEYEN YÖNETMEN: ANDREY TARKOVSKİ





MÜJDE ARSLAN


Rüyalar kilidi midir hayatın? Geçmiş aynası olabilir mi geleceğin? Bir şiir olabilir mi yaşam? Meçhul bir adamın geriye dönüp bakması için rüzgârın esip geçmesi mi gerekir? Peki, sanat niçin vardır? Sanata kim ihtiyaç duyar? Bu soruları sorduran “Ayna”, “İvan’ın Çocukluğu”, “Stalker”, “Nostalgia” gibi her biri sinemanın köşe taşı filmlerinin yönetmeni Andrey Tarkovski.

Bergman’ın, Fellini’nin, Angelopoulus gibi usta yönetmenlerin biyografileri çok şey söyler kuşkusuz; sinema tutkunlarının film yapma deneyimlerini paylaşması ve filmlerini anlamak için birinci ağızdan en etkili kaynaklardır bunlar, ancak bunların biraz daha üzerindedir Tarkovski’nin “Mühürlenmiş Zaman” adını verdiği kitabı. Afa Yayınları’ndan çıkmış kırmızı kaplı baskısı tükeneli yıllar oldu, ünlü Rus yönetmen Tarkovski’nin ölümünün üzerinden ise 22 yıl geçti. Ancak ne bu özgün görüşlerini açıkladığı kitabı, ne de filmleri unutulmadı, aksine daha çok izlendi, daha çok arandı. Agora Kitaplığı, usta yönetmeni yıllar sonra okuyucuyla yeniden buluşturuyor. Füsun Ant’ın Türkçeye çevirdiği kitap, ilk olarak 1985 yılında Almanca olarak yayınlanmış. Kitapta yönetmen, sanat, filmsel görüntü, sanatçı ile halk arasındaki ilişki, sinemada oyunculuk, sanatçının sorumluluğu üzerine düşüncelerini akıtıyor, ancak sadece yazmıyor, soruyor, arıyor, sorduruyor. Bu kitabı sinema teorisiyle ilgili kimi kitaplara bir itiraz olarak yazdığını belirten yönetmen, “Sinema sanatının görevleri, amaçları ve sorunlarıyla ilgili kendi görüşlerimi savunmalıydım. Çalışmalarıma yol gösteren ilkelerin bilincine vardıkça, bildiğim, öğrendiğim sinema teorilerinden uzaklaşıyordum,” diye yazmaktadır. (s. IX) Tarkovski, bu çalışmasını benliğinin arayışı, özgün sinema dili sorununa bir çözüm arama girişimi olarak niteliyor. Kitabın giriş yazısında filmlerini kiminin ‘anlaşılmaz’, ‘kepazelik’ olarak; kimilerinin ‘gerçekliğin ta kendisi’ ya da ‘şiirsel’ olarak değerlendirdiği seyircilerden aldığı olumlu-olumsuz mektuplara yer veren yönetmen, filmlerine nesnel bir duruş sergiliyor böylece.

Bir dağın zirvesinden…
Polonyalı yönetmen Andrzej Vajda, “Yaşlanmak bir dağı tırmanmak gibidir,” der ve ekler, “Tırmandıkça manzaranız genişler, daha çok yeri görürsünüz ancak artık nefessizsinizdir.” Yüce bir dağın doruğunda, sonsuzluğun görüldüğü ince çizgiden yazıyor Tarkovski, yaşlılığı tatmadan, ölümüne birkaç yıl kala. Bu yüzden olsa gerek bir bilgenin ruhunu taşıyor, dinginlikle yazıyor. Sinemanın ruhuna ses veriyor, ruhunu bir aynadan yansıtıyor. Bu kitabı yazdığında henüz Kurban’ı (1986) çekmemiş. Bu onun son filmi olacak, bittiğinde çocukluğunu, anılarını, ruhunda yankılanan şiirini de alıp gidecek, geriye her defasında ilk kez izliyormuş duygusu bırakan filmleri kalacak. Bu kitabı okurken tüm bunları düşünebilirsiniz ya da her şeyi unutup sadece ustanın izini sürebilirsiniz kelimeler ardında.

Varoluş sorusu
Sinema sanatı bugün, bizi hâlâ eskide yapılmış eşsiz filmlere yönlendirirken, aslında sinemanın geleceğine olan korkularımızı açığa vuruyor. Bizi yeniden yeniden eski filmleri izlemeye götüren; günümüz filmlerinin derdi olmayan, arayışını yitiren, soru sormayan postmodernliği olabilir mi? Bir yandan dijital olanaklar sinemayı, sinema salonunda izleme kültürünü bitiriyor, diğer yandan mühürlenen zaman artık bıçak sırtında dolanıyor. Tarkovski, çeyrek asır yıl önce adını koymadan, hissettiklerini şu sözlerle ifade ediyor:
“Ne olursa olsun, yalnızca bir meta olarak ‘tüketilmek’ istenmeyen her türlü sanatın amacı, hiç şüphesiz kendine ve çevresine, hayatın ve insan varlığının anlamını açıklamak, yani insanoğluna gezegenimizdeki varoluş sebebini ve amacını göstermek olmalıdır. Hatta belki de hiç açıklamaya bile kalkmadan onları bu soruyla karşı karşıya getirmelidir.” (s. 27)

Şiirin tamamladığı epizotlar
Yönetmenin tüm filmlerine şiirsel metinler eşlik ediyor. Ayna da babası ünlü Rus şair Arseni Tarkovski’nin şiirlerine yer vermiş. Yönetmen, şiirle ilişkisini, “Şiir benim açımdan bir dünya görüşü, hakikatle olan ilişkimin özel bir biçimidir. Bu açıdan bakıldığında, şiir, insanlara bütün hayatı boyunca eşlik eden bir felsefedir,” sözleriyle özetler. (s. 7)
Dünyanın en eski sinema okulu olan VGIK’tan mezun olduktan sonra Vladimir Bogomolov’un bir öyküsünden sinemaya uyarladığı İvan’ın Çocukluğu (1962) ile ilk uzun metraj filmini çeker. Yazılı bir öykünün, edebi bir ürünün sinemaya uyarlanamayacağı düşüncesini de pekiştiren bu çalışma, savaşta idam edilen İvan’ın gerçek hikâyesine dayanıyor. Tarkovski, hayal gücünü harekete geçirenin de İvan karakteri olduğunu söylüyor. Yönetmene göre, senaryonun yazarı ve yönetmen aynı kişi değilse, o zaman hiçbir şeyle önüne geçilemeyecek bir çelişkiye tanık olunacak demektir. Yönetmen sonraki filmlerinde senaryolarını kendi yazsa da, sürgün yaşadığı İtalya’da çektiği ilk filmi Nostalgia’da ünlü yazar Tonino Guerra ile birlikte çalışacaktır. Tek tek epizotlardan oluşan ikinci filmi Andrey Rublov da (1966) , kardeşlik, sevgi ve uzlaştıran inanç idealini ortaya koyuyor.

Tarkovski, Rene Clair’in, “Ben filmimi kafamda tasarlar, tamamlarım, geriye yalnızca çekmesi kalır” sözünün aksine, “Film benim gözümde son ana kadar tamamlanmış sayılmaz” der. Yönetmene göre bu süreçteki en önemli şey, “bu filmi yapma düşüncesinin nereden geldiğinin asla unutulmamasıdır!”
Tarsovski’de ünlü Yunan yönetmen Angelopolous gibi sinema için yaratımı esas alır; köyler inşa eder, ağaçlar diker, evler, hanlar inşa eder. Tarkovski de çocukluk anılarının evini Ayna filmi için yeniden yaptırır, çocukluğunda açan ve tarlayı adeta karla kaplamış hissi veren karabuğdayları yıllar sonra aynı tarlaya yine ektirir. Çiftçilerin, toprağın karabuğdaylar için uygun olmadığını, uzun yıllardır ekmedikleri ikazına rağmen tohumları atar ve gerçekten çocukluğundaki gibi karabuğdaylar beyaz çiçekler açarlar.

Son bir soru: Trajedileri, soykırımları, savaşları yaratan tarih, neden ilk fırsatta belleği öldürür? Ve neden sinema inadına mühürler zamanı?

Sanatçı ve sanatı üzerine…

Tarkovski’nin kimi sözleri bir filozof olduğunu düşündürtür adeta: aşağıda sanatçı ve sanatı üzerine sözleri gibi…
“Çirkin, nasıl güzelin içinde varsa, güzel de çirkinin içinde vardır. Hayat, bu saçmalığa varan muazzam çelişkinin içine gömülmüştür ve bu çelişki sanatta aynı zamanda hem uyumlu hem de dramatik bir birlik olarak belirir. Her şeyin birbirine yakın olduğu, her şeyin iç içe geçtiği bu bütünlüğü algılamaksa ancak görüntüyle mümkündür. Bir görüntünün düşüncesinden söz edilebilir, görüntünün özü, sözcüklerle ifade edilebilir, çünkü düşüncenin sözel ifadesi, şekillendirilmesi mümkündür. Ancak bu tanımlama da görüntüyü anlatmaya yetmez. Bir görüntü bu eylemin ussal anlamı açısından kavranamaz. Sonsuzluk düşüncesi, sözcüklerle ifade edilemez, hatta tanımlanamaz bile. Sanat ise insanlara bu olanağı bahşeder, sonsuzu denenebilir kılar. Sanatçının kendi sanatı uğruna verdiği mücadelenin vazgeçilmez koşulları, kendine inanmak, hizmet etmeye hazır olmak ve taviz vermemektir.” (s.45)

18 Ocak 2008 Cuma

Son Oyun'a Boston'dan En İyi Film Ödülü

Müjde Arslan'ın Son Oyun adındaki ilk filmi 12. Boston Kısa Film ve Belgesel Yarışması'nda En İyi Film Ödülü'nü Nesimi Yetik'in "Annem Sinema Öğreniyor" filmiyle paylaştı.

Yarışmada En İyi Belgesel Ödülü'nü Rüya Arzu Köksal "Yollar Çimen Bağladı" ve Sevgi Ortaç'ın "Tek Duvarlı Şehir" filmleri aldı. Yarışmada halk ödülleri belgeselde Petra Holzer Özgüven'in "Alethea", kısa filmde ise Alp Aslan Esener'in "Kırık Yaşamlar Diyarı" filmlerine değer görüldü.

17 Ocak 2008 Perşembe




son oyun

“Son Oyun”

Kurmaca / DV / renkli / 13 dk. / diyalogsuz / 2006

Yönetmen / Senaryo: Müjde Arslan
Kamera / Montaj: Kazım Öz
Müzik: Mehmet Atlı
Oyuncular: Hasan Günyar, İlyas Bestan

Sinopsis

Gecekondu semtlerinde yaşayan iki yaşlı adamın ilişkileri ekseninde dostluk üzerine bir film. İki yaşlı adam, kat ettikleri zorlu yollardan sonra bir tepede buluşup, satranç oynarlar. Burası kentin dışında gökdelenlerin sisler arasında gözüktüğü bir yerdir. İki yaşlı kralın, kente karşı oyunu alma şansı var mıdır?

Ödüller, gösterildiği festivaller

* Marmara Üniversitesi Kısa Film Yarışması
En İyi Görüntü –Mansiyon

* PAM Çevre Film Festivali
Özendirme Ödülü

* Tohum Kısa Film Festivali
Sevgi ve Dostluk Ödülü

* Tanger Akdeniz Filmleri Festivali (Fas)
Mansiyon Ödülü

* 12. Boston Kısa Film ve Belgesel Yarışması
En İyi Film Ödülü

* Kanaltürk’te gösterim

* Potenza Genç Yönetmenler Festivali – İtalya (Gösterim)

* 7. Uluslar arası İzmir Kısa Film Festivali (Gösterim)

* 4. Londra Kürt Film Festivali

* 4. Berlin Kürt Film Festivali

ATIF YILMAZ FİLMLERİNİ, YAŞADIĞI DÖNEMİ ANLATIYOR


İki yıl yaşamını yitiren ünlü yönetmen Atıf Yılmaz’ın yarım asrı geçen sanat yaşamında yaptığı röportajlar bir araya getirildi. Gazeteci Müjde Arslan’ın derlediği kitapta yönetmen, sanat görüşünü açıklarken, filmlerine, yaşadığı döneme ilişkin fikirlerini dile getiriyor. Sinemada arkeolojik bir kazı çalışması yapılarak derlenen kitap, “Rejisör / Atıf Yılmaz” adıyla Agora Kitaplığı’ndan yayınlandı. Atıf Yılmaz’ın filmografisi gibi röportajlar da döneme ayna tutuyor. Kitapta, 1951 yılında Orhan Kemal’in Atıf Yılmaz’la yaptığı röportajın yanı sıra 50 yıla yayılan bir süreçte Engin Ayça, Attila Dorsay, Vecdi Sayar, Hilmi Etikan, Ayça Atikoğlu, Mehmet Erdem, Hızır Tüzel, Erhan Sökmen’in de aralarında bulunduğu çok sayıda eleştirmen ve gazetecinin yaptığı röportajlar yer alıyor.

Kitap arka kapak yazısından;
50 yılı aşkın sürede 113 film: Atıf Yılmaz, ölümüne kadar neredeyse hiç sinema kitabını okumadığını söylese ve sinemayı bir sanat olarak hafife aldığını yer yer ifade etse de, katıksız bir sinema âşığıydı ve bütün ömrünü sinema sanatına adadı. Yılda altı film birden çektiği de oldu, uzun yıllar hiç kamera arkasına geçmediği de. Ortaokulda bir arkadaşının taktığını söylediği isimle bir ‘rejisör’dü; halk onu böyle tanıdı, böyle sevdi. Keza, halk filmlerinin yönetmeniydi, halka seveceği filmler yaptı. Dahası, sinemadan kazandı, sinemadan borçlandı, sinemadan yoksul düştü; sinemadan kadınlar sevdi, hayatına giren kadınlar sinema yolculuğunda onu hiç yalnız bırakmadılar. Türkiye’nin kültür hayatı ve politikasıyla her zaman yakından ilgilendi, dert edindi, bu alanda filmler yaptı.
Tek kelimeyle Atıf Yılmaz, ülke sinemasının ‘rejisör’üydü.

Isbn: 978-605-006-000-3
Barkod: 978-605-006-000-3
Fiyat: 15 YTL
Sayfa: 240

MÜJDE ARSLAN
1981, Mardin doğumlu. Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra yüksek lisans eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde sürdürdü. 2001 yılından 2007 yılının başlarına kadar Gündem gazetesinde kültür-sanat muhabiri, sinema yazarı ve kültür-sanat editörü olarak çalıştı. Yurtiçi ve yurtdışında çeşitli ödüller alan ilk kısa filmi Son Oyun’dan sonra Nora adında bir kısa film ve İkinci Adres adında bir TV belgeseli çekti. ‘Rejisör’ Atıf Yılmaz, Arslan’ın ilk kitap çalışmasıdır.

Ayrıntılı bilgi için:
Agora Kitaplığı
Erdem Öztop
02122439626
www.agorakitapligi.com